Osmanlı döneminin şafağında | at the dawn of the Ottoman period |
hayvan çeşitliliğinde çarpıcı bir artış | a dramatic increase in animal diversity |
Bazı kanıtlar henüz bulunamadı. | Some evidence is yet to be found. |
Henüz iyileşmedi. | He is yet to recover. |
kraliçe victoria'nın hükümdarlığı | Queen Victoria’s reign |
gurbetçi caz kolonisi | expatriate jazz colony |
büyük ölçüde Afrikalı bir futbol takımı | a largely African football team |
Dünya'nın dönüşü | Earth’s rotation |
ekvatora yakın bir kişi | a person near the equator |
belirli bir zamanda | in a given time |
daha yüksek enlemlerde | higher latitudes |
daha yüksek irtifalar | higher altitudes |
beton binalar | concrete premises |
İnsanlar giderek daha fazla çevrimiçi alışveriş yapmaya başlıyor. | People are increasingly beginning to do shopping online. |
parçalanmak ve çatlamak | to crumble and crack |
bilinen en eski katı kil ev | the oldest known solid clay house |
Bu evde hala yaşayanlar var. | This house has still dwellers in it. |
Gelir eşitsizliği konusunda hayal kırıklığı | Frustration over income inequality |
ilgili gösteriler, ilişkili gösteriler | related demonstrations |
Dünya çapında | throughout the world |
bir şeyi tetiklemek | to trigger something |
bazı sorunlar doğurmak, sorunlara yol açmak | to give rise some problems |
duygusal resimler | emotive pictures |
toplantı odasının kapısı | the door to the boardroom |
beklendiği gibi | as expected |
kapıyı çalmak | to knock on the door |
her şekilde, nasıl olursa olsun | in anyway |
boşuna | in vain |
Fildişi Sahili | ivory coasts |
ödüllü dişler | prized tusks |
fildişi ticareti | trade in ivory |
açık deniz | offshore |
büyük genişleme, temel genişleme | major expansion |
büyük ölçekli rüzgar çiftlikleri | large-scale wind farms |
Sarımsak hastalıklarla savaşmak için çok faydalıdır. | Garlic is of great help to fight illnesses. |
onun iştahı | her appettite |
Bir şeye sahip. | She possesses something. |
sindirim sistemi | digestive system |
bir sistemi teşvik etmek, uyarmak | to stimulate a system |
insanların büyük bir çoğunluğu | a vast majority of people |
bir şeye karşı isteksiz olmak | to be reluctant against something |
az gelişmiş ülkelerde açlığı ortadan kaldırmak | to eliminate hunger in underdeveloped countries |
Hapishaneden kaçmayı başardı. | He managed to escape from the jail. |
açlıkla yaşayan insanlar | people living with hunger |
yüzde on oranında | by ten percent |
para fonu uygulamak | to apply monetary fund |
ihtiyatlı yaklaşımlar | prudential approaches |
enflasyonla mücadele etmek | to tackle inflation |
Daha erken gelecekti. - Daha erken gelmesi bekleniyordu. | He was to come earlier. |
Uygulamış olacaklardı - ama olmadı. | They would have implemented. |
Uygularlardı. - Uygulayacaklardı. - (Geçmişte tekrar tekrar) uygularlardı. | They would implement. |
O çok çalışacak. - Çok çalışması beklenir. | He is to study hard. |
bir oyun alanında sallanmak | to swing in a playground |
büyük heyecanlanma durumu | great excitability |
tuhaf ve sürekli hata | peculiar and perpetual error |
Lütfen çocuklara karşı olumlu bir dil kullanın. | Please use affirmative language towards children. |
Uranüs'ün uyduları hariç | except the moons of Uranus |
benzerlik taşımak | to bear resemblance |
bir şeye ters düşmek | to run contrary to something |
eşzamanlı, eşmerkezli | concomitants |
bir şeyi tanımlamak | to define something |
Bana tek bir örnek ver! | Give me a single example! |
Glasgow'da iklim zirvesi | climate summit in Glasgow |
teşvik etmek | to urge |
trajediyi zafere dönüştürmek | to turn tragedy into triumph |
en büyük problem çözücüler | the greatest problem solvers |
ayakta alkışlama | a standing ovation |
Tutkulu bir konuşmada | In a passionate speech |
gelecek nesillerin kaderi | fate of the future generations |
itici güç | impetus |
daha zengin uluslar | wealthier nations |
fakir olanlar | those who are poor |
parkta koşanlar | those who run in the park |
bir felakete uğramak | to be hit by a disaster |
Aşırı hava olayları giderek yoğunlaşıyor. | Extreme weather events are becoming more intense. |
Bıçaklanmış. - bıçaklanmış durumda | He has been stabbed. |
kundaklama saldırısı | arson attack |
en işlek tren istasyonu | the busiest rail station |
Şahitler çok korkuyor. Görgü tanıkları | Witnesses are so afraid. |
ıslatmak, sıvı boşaltmak | to douse |
silahlı saldırgan | armed assailant |
Gözaltına alındı. | he went into custody. |
Ölüm cezasına çarptırılabilir. | He could be sentenced to death. |